İlkbaharı anlatmak istedim, güz güllerine
Sonra dedim ki; ne gereği var.
Özünde saklıyken bahar...
(Arap Kurt)
Bekleyen
Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!
Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.
Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!
Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü.
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.
Ölürsün… Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye
Toprağında bir taş olur, beklerim…
(Necip Fazıl Kısakürek)
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
(Behçet Necatigil)
Masa da Masaymış Ha
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
(Edip Cansever)
Ev
Gece mi, karanlık mı, yıldızlar mı hedef
Mutluysan mutfak daha sıcaktır
Buzdolabı bir addır mesela üşümeye
Oturma odası kalabalıktır
Annenin ve babanın hiç olmadığı bir kalabalık
Balkona çıkar, bir hayal kurarsın
Kaplumbağalar da koşsun Allah’ım
Ayakları soğuktan üşüyen bir çocuk da
Zengin olsun
Mülkiyet gizli sevdadır yatak odalarında
Hangi eş dilemez ki, tapu senedi
Çocuk da belki bir meta, yarın çok değerlenecek
Yitirdik gibi kararında olan şeyleri
Ve Allah’ın oldurmasını beklediğimiz
Hayallerimizi
Üşüyoruz, ağlıyoruz ve durmaksızın anlatıyoruz
Halbuki adildir kader kimin başından o kadar kelime geçmiş olabilir ki
Kendi odamız var bir de
Çekildiğimizde yeni dünya
Terk ettiğimiz de sahipsiz bir yazgı
Ev yine de iyi bir düştür
Tapusunu Allah’a ait bildikçe büyük gölge
(Zeynep Karaca)
Dünyanın fihristi
Yer yarılır sallanır, gök kusar nefretini
Anlayana işaret, güvenmeyin der gibi
Suçlu kim suçsuz kim, kim öder diyetini
Düşmanca bakışırlar, birbirini yer gibi
Ve rüzgârın öfkesi korlandırır ateşi
Onursuzca yaşamak dalkavukların işi
Cehennemini yaşar, tamah eden o kişi
Her şey bir anda erir, suya dönen kar gibi
Kimisinin gönülü, zevk sefa eğlencede
Kimisinin evi yok, dona kalır gecede
Kibir yoldan çıkarmış, şık durmuyor cücede
Bu zamanda yaşamak, garibana zor gibi
Doğar ölür sarılır, sade bir parça beze
Şeytanlık bilmeseydi, belki gelirdi dize
Gizleyemez günahı, ateşi vurur yüze
Her yaptığı işinde, biraz hile var gibi
Yolunu kaybedenler, yolda Allahı arar
İnançsızın birinden cennetlik kulu sorar
Bu son çırpınışların, bilmem ki neye yarar
Bu âlemin sırları bir incecik zar gibi
Ey kurtoğlu ayırma, kendini cümle çoktan
Unutma acziyeti, seni var etti yoktan
Sarıl sabıra şükre, hayırlı iste haktan
Kutsalına sahip çık, toprak gibi yâr gibi
(Arap Kurt )