İnsanlar doğarlar ve yaşarlar.
Doğumdan sonraki yaşam herkes için farklı bir hikâyedir.
Bu yaşamdan memnun olanı, olmayanı, "Eh," diyeni, "Keşke," diyeni, iç çekeni…
Her birinin hayatı, olanaklarının ölçüsünde yaşanır.
Sana çizilen kader bu.
Kabul etsen de, etmesen de.
Biz insanlar, yaşadıklarımızı kader olarak bilsek de her zaman daha iyisini bekledik.
Daima kendi olanaklarımızın yetersizliğinden şikâyet eder, daha çoğunu hayal ederiz.
Bizden alttakinin hâlini görmeden, yukarıdakini istemişiz.
Daha ileri giderek, Yaratan'ın eşitsizliğini sorgulamadan yapamayız:
"Niye ona verip de bana vermedi?"
Bizden üstün olan her insana imrenerek, "Şanslı çocuk," diyerek işaretlemek vardır huyumuzda.
Zengin olarak gördüğümüz insanların aslında sadece parasını, arabasını, evini, giydiklerini ve yediklerini görüp içinde ve dünyasında ne yaşadığını bilmiyoruz.
"Kan kusup kızılcık şerbeti içtim," diyenlerdeniz.
"Gümüş kaşıkla doğmak" deyimi, tam bu noktada söylenecek en güzel sözlerden birisi olurdu herhalde.
"Gümüş kaşıkla doğmak" deyimi, genellikle bir kişinin zenginlik içinde doğduğunu ifade etmek için kullanılır.
Toplumda zengin olmanın getirdiği kolaylıkları vurgulamak için kullanılır.
Gümüş kaşık, zenginliğin ve ayrıcalığın sembolü olarak algılanır.
"Gümüş kaşıkla doğmak" deyiminin çıkış şekline bakacak olursak:
Anlatılan hikâyelere göre:
Birinci hikâyede:
Hıristiyanlıkta kilise geleneğine dayanan bu hikâyede, çocuğun vaftiz edilmesinden sonra vaftiz anne ve babanın çocuğa gümüş kaşık hediye etmesi geleneğine dayanmaktadır.
O dönemde bu hediye yalnızca maddi durumu iyi olan aileler tarafından alınabiliyordu.
Yani, gümüş kaşık hediye etmek, zenginliğin ve ayrıcalığın bir simgesiydi.
İkinci hikâyede:
"Gümüş kaşıkla doğmak" deyimi, Jul Sezar dönemine dayanıyor.
Jul Sezar döneminde gümüşün sağlık üzerindeki faydaları bilinmekteydi.
Roma ve Yunan kültürlerinde de gümüş önemli bir yer tutmaktaydı.
Romalılar, yaraları tedavi etmek amacıyla gümüş parçaları kullanırken, Grekler su ve şarap kaplarını gümüşten yapmışlardır.
İnanışa göre, gümüş bakterileri temizlemekte ve saf tutmaktadır.
Onun için su kuyularını mikroptan arındırmak amacıyla gümüş paralar atma geleneği de vardı.
Romalılar, gümüş kaşıkla yemek yendiğinde gümüşün 4 binden fazla mikrobu kırma özelliği olduğuna inanıyorlardı.
Bu da gümüşün sağlık için ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.
O dönemlerde doktorlar, hastalarına gümüş tabak ve çatal bıçak kullanarak yemek yemelerini tavsiye etmiş.
Bu da zamanla insanların bebeklerine gümüş kaşıkla yemek vermesine neden olmuştur.
Böylece, "Ağzında gümüş kaşıkla doğmak" deyimi de bu gelenekten gelmiştir.
Her iki hikâyemizde de sebep ne olursa olsun, sonuç, gümüş kaşığı kullananların zengin olduğu gerçeğini saklamıyor.
Zengin olmak bu demek!
Zenginliğin nimetlerini de kullanmamak aptallık olur.
Bir de zengin olduğunu göstermek gerekli ve zorunluymuş gibi yapmak ayrıcalıklıdır.
Eskiden insanlar, ne olursa olsun, "Var olanı göstermek ayıptır" düsturuyla hareket ederken, şimdilerde "Yok olanı saklamak" düsturu gelişti.
Komşusu aç yatan utanırken, şimdilerde varlığını şatafatlarla ilan edenlerden olduk.
Varken daha çok olsun,
Hepsi benim olsun,
Olanları da hiç kimseyle paylaşmamak olsun.
"Varın bende bin olsun, sende hiç olsun. Zengin olsun, tenekeden olsun."
Çok sevdiğim bir cümleyle tamamlayalım:
"Sizde yiyip içek, bizde gülüp geçek."