Sabahı sabah eden, gözleri özlemlerle dolu bir ışığa uyanan insana, gün ilk çayın buharı ile selam verir.
Ama o çayın içinde şeker var mı, çaydanlıkta su var mı; bunu ancak cebindeki bozuk paralar belirler.
Fakirlik tam olarak bu: Bir bardak çayın bile lükse dönüştüğü bir düşünce dünyası.
Komşudan gelen kokular, o sofraya konamayan tabakların hikâyesini fısıldar.
Ekmek arası bir umutla gününü doldurmaya çalışan birinin güzelliklere olan özlemi, karanlıkta yanan bir mum gibi ince, bir o kadar da ısrarcıdır.
İşte fakirliğin o can yakan gerçeği burada saklı: Hayallerin parayla ölçülmesi.
Fakirlik, dolmuşa yetmeyen bozukluklarla yürünen yollar, pazarda yarım kilo alınan sebzeler, ayakkabıdaki çatlağı boyayla kapatmaya çalışan eller demektir.
Bir hastane kuyruğunda beklerken, çantasında ilaca yetecek kadar parasını tartan insanın bakışlarında çözülür bu dram.
Alacağını değil de parasıyla alabileceğini ve artırabileceğini düşünmektir.
Herkesin çoktan unuttuğu eski moda kıyafetler, "Bu sene de idare eder" diye övgüyle çıkarılır dolaptan.
Biraz yenileme çalışmaları ile yaması bol giysiler.
Ama ayaz, giysilerin içine sızıp kemiklere kadar işler.
Ve o soğuk, dışarıdan değil, insanın içinden gelir.
Ama bir de hayaller var: Fakirlik, elinden aldığını yine hayallerle telafi ettirir insana.
Mesela küçücük bir ev; içinde perdeler, mutlu çocuk kahkahaları ve hep dolu bir buzdolabı.
Köşede yanan şöminenin önünde hazır bekleyen kahvesini yudumlamak.
Ya da bir sabah uyandığında, "Bugün borcum kalmadı!" diye gülümsemek.
Bir lokantada çekinmeden "Ne yemek var?" diye sorabilmek; çünkü cevabın fiyatını değil, lezzetini merak etmek...
İstediğinde gönlünce en lüks mağazadan etiketine bakmadan gönül dolusunca alış veriş etmek…
Ve bir kitapçıya girip, köşeden köşeye kitaplarla dolu rafları incelemek.
Hangisinin kapağı daha güzel diye düşünmek, "Kaç para?" diye değil.
Paranın olmadığı bu diyardaki insanlar hep daha yaratıcıdır.
Bir hediye paketinden oyuncak yapan, eski defterleri temizleyip yeniden kullanan; şarkılarla ısınan, düşüncelerle dünyasını büyüleyen insanlar.
Mutluluğu birbirinde arayan, beraber ağlayıp beraber gülen ve her ne olursa olsun tebessüm eden insanlar
Çaresizlik ne kadar çoksa, yarattıkları çözümler de o kadar fazladır.
Ve gün gelir, para gelir.
O hayaller gerçek olur mu dersiniz?
Kimi zaman evet, ama kimi zaman hayal gerçek olunca o parıltı, sihir kaybolur.
Mesela o küçücük ev artık yetmez olur, çünkü insan hep daha fazlasını ister.
Olduktan sonra hep üstü gören kendisini unutan kalpler.
Ama ilk defa istediğini alma duygusu, o ana özel bir zafer havası yaratır.
Sonunda fark edilir ki aslında fakirlik sadece cebinde değil; ruhunda, hayallerinde ve umutlarında gizli bir savaştır.
Mutluluk bitmiş aslında şimdi başlamıştı fakirlik, gözleri kör eden zenginlik.
Parayla kazanılmaz bu savaş, ama onunla dönüştürülebilir.
Fakirliğin gözü kör olsun derken, aslında dileğimiz bambaşka: Hiçbir çocuğun hayallerinin parasız kalmaması; hiçbir insana hayal kurmaktan vazgeçtirecek kadar zor şartlar sunulmaması.
Ve en önemlisi, hayallerimizin sırf fakirlikten dolayı çalınmaması.